10678,43%-1,83
41,17% 0,07
48,03% 0,21
4695,08% 0,44
7523,17% 1,56
Bazen bir çocuğun gözlerinin içine bakınca, anlatamadıklarımızın yüküyle dolup taşar insan. İşte o an, yanlışların sadece sistemde değil, zihinlerde de yer ettiğini fark ederiz. Ve bir yanlışı düzeltmenin, sadece bir paragrafı silmekle değil, bir bakışı, bir kalbi, bir anlayışı dönüştürmekle mümkün olduğunu...
Bugün, eğitim üzerine konuşurken sıkça duyduğumuz bir cümle var:
“Türkiye’nin en zeki çocukları fen liselerine gidiyor.”
Bu söz, ilk bakışta bir övgü gibi dursa da, içine dikkatlice bakıldığında adeta dev bir dışlama mekanizmasının çarkları dönmeye başlar. Çünkü bu cümlenin satır aralarında milyonlarca gencin hayatına “yetersizlik” mührü vuruluyor. Ve bu, sustukça büyüyen bir toplumsal yanlıştır.
Her çocuk, kendine ait bir dünya... Tıpkı kar taneleri gibi. Aynı gökten düşer ama hiçbirinin izi birbirine benzemez.
Oysa biz, bu kar tanelerini tek bir kalıpta eritmeye çalışıyoruz. Adına “başarı” diyoruz. Ve başarıyı, sadece bir sınavın ölçtüğü kadarına indiriyoruz.
Oysa insan zekâsı yalnızca sayısal ya da sözel puanlarla ölçülecek kadar dar bir kavram değildir. Bir çocuk müzikte harikalar yaratabilir, bir diğeri bedeniyle düşünür, biri resimde hayaller kurar, öteki mekanik zekâsıyla aletleri çözer… Hangisi daha zekidir? Böyle bir soru sormak bile yanlıştır.
Bugün geldiğimiz noktada, ilkokul sıralarından itibaren çocuklarımızı “hızlı öğrenen” ve “geride kalan” diye ayırıyoruz. Oysa çocuk öğrenmezden önce hisseder. Sevilmediğini hissederse öğrenemez. Değer görmediğini hissederse içe kapanır. Bir kenara itilirse, kendi iç sesine bile küser.
Ve sonra, sistem bir grup çocuğu alıp yüceltiyor. Onlara “sen farklısın” diyor. Bu çocuklarımızın emeğini küçümsemek asla değil niyetim. Bilakis, alın teriyle geldikleri yeri takdir ediyorum. Ama bu takdir, kalan çoğunluğu yok sayarak yapılırsa, o başarı bile bir ayrımcılığın gölgesinde kalır.
Fen liseleri, evet kıymetlidir. Ama “kıymet” sadece orada mı bulunur?
Şairlik kıymet değil midir? Ustalık, duyguları bir şiirde damıtmaktır.
Bir marangozun parmak uçlarında şekillenen ahşap sanatı da zekânın başka bir yüzüdür.
Bir hemşirenin şefkatinde, bir çiftçinin toprağa kattığı bilinçte, bir müzisyenin notasındaki duyguda...
Zekâ oradadır da biz fark etmeyiz.
Peki, ne yapmalı?
1. Çoklu Zekâ Temelli Eğitim: Okullarda sadece akademik başarı değil, sanat, spor, el becerileri ve sosyal sorumluluk da ölçülmeli. Her okulda müzik, tiyatro, atölye çalışmaları zorunlu hale getirilmeli.
2. Sınavların Etkisini Azaltmak: Merkezi sınav sayısı azaltılabilir. Öğrencinin gelişimi proje, portfolyo ve öğretmen gözlemiyle de değerlendirilebilir.
3. Rehberlik ve Psikolojik Destek: Çocukların sadece akademik değil, duygusal gelişimlerini de destekleyecek güçlü bir rehberlik sistemi kurulmalı.
4. Meslekî Eğitim ve Sanat Okullarının Değeri: Fen liseleri kadar güzel sanatlar liseleri, spor liseleri, tarım ve teknik liseler de prestijli hale getirilmeli. “Başarı = tek tip okul” algısı yıkılmalı.
5. Ebeveyn Eğitimi: Ailelere, çocuklarının farklı yönlerini keşfetme ve destekleme konusunda rehberlik programları düzenlenmeli. Çünkü çoğu zaman yanlış kıyaslama evde başlıyor.
6. Toplumsal Dilin Değişmesi: “En zekiler oraya gider” gibi cümleler yerine, “her çocuk farklı bir zekâyla doğar” anlayışı yaygınlaştırılmalı. Bu, medya dilinden ders kitaplarına kadar işlenmeli.
Şimdi soruyorum:
LGS ya da YKS, dünyanın hangi ülkesinde geçerli? Bu sınavları geçti diye bir gencimiz doğrudan Harvard’a gidebiliyor mu?
Hayır. Çünkü dünya artık test puanından çok, karaktere, üretkenliğe, hayal gücüne, sosyal sorumluluğa bakıyor.
Ama biz hâlâ, zekâyı tek bir cetvelle ölçüyoruz.
Çocuklarımızı sınıflandırmak kolaydır, büyütmek zordur.
Etiketlemek kolaydır, anlamak zor.
Sıralamak kolaydır, sevmek zor.
Ama biz, zoru başarmak zorundayız.
Eğitim, sadece “en iyileri” seçmek değil, her çocuğun en iyi yanını ortaya çıkarmaktır.
Çünkü biz, her çocuğu kendi hikâyesinde kahraman yapmadıkça, geleceği ancak uzaktan izleriz.
Her çocuk bir ihtimaller ülkesidir.
Yeter ki biz, onları sınavların değil, hayatın içinde görmeyi öğrenelim.
“Bir yanlışı düzeltmek için bazen sadece doğruyu söylemek yetmez, onu doğru bir kalple dile getirmek gerekir.”
Aydın Mertayak