Tarih: 11.12.2025 18:11

Gökyüzüne Bakan Çocuklar

Facebook Twitter Linked-in

Öğretmenliğimin ilk yıllarıydı."Tokat Almus – Keşfedilmemiş Dünyanın Saklı Cenneti"-Çok Programlı Lisesi'nde görev yapıyordum. Ayda bir de Almus Cezaevi'nde derslere giriyordum. Cezaevleri insana önce sessizliği öğretir; sonra da insanın kendi içindeki sesle baş başa kalmayı…

Derslerimizi koğuşların hemen yanındaki küçük bir odada yapıyorduk. Bir gün bir grup tutuklu, "Hocam, bizi üst salona çıkarabilir misiniz?" diye rica etti. Talebi cezaevi yönetimine ilettim. İki hafta sonra, bir defaya mahsus olmak üzere izin çıktı.

Ders günü infaz memurları eşliğinde yukarı çıktık. Basamakları tırmanır tırmanmaz tutuklular bir anda camlara yöneldiler. Öyle bir koşuş ki, sanki yıllardır kaybettikleri bir şeyi yeniden bulmuş gibiydiler. Söz yoktu, ses yoktu… Yalnızca gökyüzüne çevrilmiş gözler vardı.

O an anladım: O dersin konusu bugün gökyüzüydü.

Ve belki de onların uzun zamandır alamadığı tek nefes, tam da buydu.

Usulca yanına yaklaştığım genç, karayağız bir delikanlıydı: Mehmet. Yirmi altı yaşındaydı ve on sekiz yıl ceza almıştı. Bir süre sustu; sonra içindeki kırılganlığı saklamaya gerek duymadan,

"Hocam, keşke benim de yüreğime dokunan bir öğretmenim olsaydı… Belki bugün burada olmazdım," dedi.

Bu cümle, öğretmenlik yolculuğumda bir dönüm noktasıdır. O günden sonra hep şunu düşündüm:

Bir çocuğa dokunabilir miyim? Bir Mehmet daha, hayata tutunanlar arasına katılabilir mi?

Bizim eğitim sistemimiz çoğu zaman bilişsel başarının gölgesinde şekillenir. Uslu, çalışkan, sakin çocuklar merkeze alınır. Ödüller onlara verilir; gezilere onlar götürülür. Sınıfın en görünürleri hep aynı çocuklardır. Çünkü öğretmek kolaydır; ama hissettirmek sabır ister.

Peki ya diğerleri?

Bilişsel olarak öne çıkamayanlar…

Kendi sesini duyuracak bir alan bulamayanlar…

Yeteneklerini fark edemeden büyüyen çocuklar…

Bu çocuklar bazen yalnızca görülmek ister. Varlıklarını hatırlatacak küçücük bir temas, küçücük bir söz… Bulamayınca başka yollar ararlar. Etiketler hızla yapıştırılır: "Yaramaz."

Oysa çoğu, iç dünyasında fark edilmek için çırpınmaktadır.

Bir çocuğun sessizliği bazen içindeki fırtınanın bir yansımasıdır. Bazen de duyulmamanın.

Öğretmenlik, tam da bu nedenle ağır bir sorumluluktur. Sadece öğretmek değil, dokunmak; sadece bilgi vermek değil, fark etmek… Bir çocuğun kader çizgisinde küçücük bir dokunuş, yılların yönünü değiştirebilir.

Bu yüzden sık sık düşünürüm:

Hangi kazanım planı, hangi ölçme yöntemi, bir çocuğun kaybolmuşluğunun ağırlığını hafifletebilir?

Her çocuğun farklı bir istidadı, farklı bir ritmi vardır. Eğitim, tüm çocukları tek bir kalıba sığdırmak değil; her birinin kendi ritmini duymaktır. En başarılıları değil, en arkadakileri merkeze aldığımızda eğitim gerçek anlamını bulur.

Çocuklara "Seni önemsiyorum" demenin yolu bazen bir ödülden geçmez. Bazen bir geziden, bazen bir sohbetten, bazen saçlarını hafifçe okşamaktan geçer.

Ve evet, garanti edebilirim:

Değer verildiğini hisseden hiçbir çocuk aynı kalmaz.

Sınıfta "başarısız" diye adlandırdığımız öğrencileri bir gün sinemaya götürün, bir yemeğe çıkarın. O gün o çocukların bambaşka bir yüzünü görürsünüz. Çünkü insan, değer gördüğü yerde değişir.

Yıllardır kendi kendime şu soruyu sorarım:

Kaç çocuğun kayboluşunda, kaç gencin sessizliğinde bizim payımız var?

Kaçımız başını yastığa koyduğunda huzurla uyuyabiliyor?

Eğer bir toplumda eğitimciler, anne-babalar ve yetişkinler kendi sorumluluğunun farkında değilse, hepimiz aynı boş kuyuya taş atmaya devam ederiz.

Bu yüzden hepimizin kendine sorması gereken soru şudur:

"Görmediğim, duymazdan geldiğim hangi çocuğun omzunda bir vebal bıraktım?"

Bazen bir çocuğun gökyüzüne bakabilmesi, bir yetişkinin ona gözlerini çevirmesiyle başlar.

İyi uykular… Tabii uyuyabilirseniz.

Aydın Mertayak




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —